img

Hava sıcak, dünya karışık… Bizim ülke hepten karışık… Astrolojiye bakılırsa gökyüzünde Merkür de suratsız, Satürn de… Merkür gitti diye arkasından gözyaşı dökerken, bir anda geldi diye sevinç gözyaşlarına boğulup hayata tutunmaya karar veren bizler Merkür’ün yüzyıllardır her gelişinin bir gidişi olduğunu öğrendiğimizden beri gezegenlere küs takılıyoruz… Yoksa gezegenler mi bize küstü, hayat ondan mı zorlaştı bilmiyorum… Eskiden gelişini gidişini sevgiliyi karşılar gibi, çiçeklerle karşılardık her şeyin… Baharı, gezegeni… Doğal gördüğümüz her şeye bir hayranlıkla sanki ilk defa geliyormuş gibi Ritüeller, ayinler, bahar bayramları yapardık. Her bir meyvenin bile bir festivali vardı. Şimdi nasılsa eskiyen bir evlilikteki gibi serada istediğim meyveyi aşılar yaparım, nasılsa özel davranmama gerek yok diyen eşlere döndük… Tabii hayattan koptukça küçük kutucuklardaki akıcı hayata filmlere bağlandık… Ben de eksik kalmayayım diye, dışarısı karışınca filmlere boğdum kendimi. 21 numaralı masa diye bir Hint filmi izledim hafta sonu. Film bitti ben işte bu karma diye söylenirken, güzel bir soru geldi… " ya bu karma işi ok de, regresyonlar, enerjiler bu kadar hata yapmış bir kişiyi rüşvet vermiş gibi sicilini hopp temizleyip kurtarması haksızlık olmuyor mu?"

 Çok uzun yıllardır insanlarla çalışıyorum. İnsanın doğasının kaçınılmaz bir tarafı var… " Sihirli bir değnek" arayışı… Ona dokunsun ve o hayalini kurduğu her şeye kavuşsun… Yaratılışa biraz ters geliyor bu bana… Yaşamın tüm amacı aslında farkındalık ve büyüme üzerine bana göre… Yaşanmışlıklarımızdan oluşturduğumuz duygusal anlayış, olgunlaşma ve bilgeliğin kabuğundan sıyrılıp özle uyumlanması ve görünür olma üzerine bir yolculuktayız. Eylemlerimizin, seçimlerimizin biz de ve yaşam da yarattığı etkiyi gözlemek, benden bize gideni hissedebilmek bu yolculuğun temel taşları. Ama şöyle anlatabilirim sanırım bir beden veriyorlar bize, o bedeni nasıl bakarsak ne yiyip içersek ne olur bilmiyoruz. Hayatın rehberleri anne ve babalar, o bedene basitten başlayıp kendini gerçekleştirdikçe komplekse giden besinleri, yaşam stillerini, uykuyu, yürümeyi öğretiyorlar… Önce her şeyi sadece zihnimizden ibaret sanıyoruz ama ayak küçükbaş parmağımızı çarptığımızda canımız öyle yanıyor ki sadece zihnin değil uzanabildiğimiz, farkında olmadığımız küçük parçaların da bize ait olduğu, bakımlarıyla ilgilenmemiz gerektiğini anlıyoruz. Tıpkı kendi küçük yaşamlarımızdan ailemiz, yaşadığımız yere karşı aslında ağ gibi hislerimizde, kararlarımızda, seçimlerimizde sorumlu olduğumuzu anlamamız gibi… Bir de görülmeyenin dünyası var, iç organlarımız gibi… Sigara içme diye anlatıldığında kirlenen, ziftleşen akciğeri görmeyip yıllar sonra önümüze çıktığında pişmanlıkla dökülen gözyaşları gibi… Hayatta elle tutamadığımız ve zamanda geleceği görmediğimiz zaman yaptığımız seçimlerin üzerimizde kalan izleri gibi… Bu kadar bilgece öğreten bir yaşam varken bizler yolcu olarak kimiz ki sihirli değnekler dağıtalım? Tek yapılan yaşamlarımızdaki anlar bilgeliğe dönüştüğünde onlardan kalan ağırlık yapan izi silmek ve geleceğe özgür adımlar atılmasına rehberlik etmek… Bir doktor, nasıl bir bedeni iyileştirmek için zamana ihtiyacı varsa, maneviyattaki rehberliklerinde aynı zamana ihtiyaca var… Ama bu zaman, sizin yaşadıklarınızdan anladıklarınızın, biriktirdiklerinizin sizde bir yerde olgunlaştığı ve bilgeleştiği bir geçmişten veya gelecekten olan bir zaman… İşte o yüzden her şey sadece "an" da oluyor, sizin bütünü anladığınız, farkındalığın ruhunuza yayıldığı ve geçmişin bilgeliğe dönüştüğü o küçük anlarda koskoca bir dünya değişiyor. Başka bir ben yaşama devam ediyor… Aradığınız kısa yol tuşları aslında sizin ne kadar cesur olduğunuz ve yaşama ne kadar olduğu gibi çıplak bakmaya hazır olduğunuzla alakalı sadece… Her şey işte o anda başlıyor ve bitiyor… Sevgiyle kalın..

Yorumlar

Bir Yorum Yaz